Ne yaparsan yap, sevdiğin işi yap
17/2/2021
Bu yazıyı Türk Telekom Kariyer Blog için kaleme almaya başlamışken, sevgili Doğan Cüceloğlu’nun vefat haberi içime ok gibi saplandı. O nedenle yazıya tam da buradan başlamaya karar verdim.
Doğan Cüceloğlu’na bakınca kariyerinin zirvesinde hayata veda etmiş bir insan görüyorum. Ama bundan daha önemli bir ayrıntı vardı kariyerinde; o da işini severek yapmasıydı. O doğal üslubunun, insan insana iletişiminin ve tevazu içeren sıradanlığı bir madalya gibi boynuna takışının arkasında işini severek yapan birini görüyorum.
“İşini severek yapmak” oldukça popüler bir ifade olduğu için izah etme ihtiyacı hissediyorum. Bana göre işini severek yapmak başarılı olmaktan çok daha kıymetli bir doyumsama. Hatta o kadar kıymetli ki, bana “şu hayattaki en kıymetli üç şey nedir?” diye sorulsa, işini severek yapmak bu üçü arasında yer alır. Çünkü yaptığımız iş aynı zamanda varoluş alanımızdır. Başarılı olmaktan daha değerli saymam da burada gizli. İşini severek yapmanın verdiği varoluş hazzı “başarılı olmaktan” çok daha fazla tatmin edici bir duygu olduğu için benim kariyer anlayışım bu noktada farklılaşabilir.
Kariyeri tırmanılacak bir merdiven, yükselmemizi sağlayacak bir basamak olarak görmek kariyer anlayışımın merkezinde değil. Bunlar, işini severek yapan kişi için doğal olarak gerçekleşme ihtimali yüksek sonuçlar.
Peki, bu merkeze koymamız gereken “işini severek yapmak” nasıl gerçekleşecek?
Elbette sevdiğimiz işi yaparak.
Peki hangi işi seveceğimizi nasıl bileceğiz?
Bu soruya cevap vermek için biraz geriye, çocukluğumuza gitmek gerekiyor. Çünkü çocuk sevdiği işi bilemez ama farkında olmadan gösterir. İnsanın yetişkinlikte “kendini gerçekleştirmeye” vesile olacak işi, aslında onun mizacında saklıdır. Mizaç, çocuğu yönlendirir. Çocuk, mizacının sevkiyle ilgi alanlarını belirler. Çocuğun ilgi alanlarını gözlemesi ve mizacı doğrultusunda önünü açması gereken de ebeveyni ile öğretmenidir.
Bunu bir hatıramı paylaşarak açıklayayım:
Olayı hatırlamıyorum ama babamın aktardığı şekilde anlatayım. Muhtemelen 4-5 yaşlarındayım. Bir gün abimle birlikte evdeki bozuk kasetçaları parçalarına ayırmışız. Babam, elektronik devreye ait kapasitör, direnç gibi devre elemanlarını kategorize ettiğimi görünce “Tamam, bu çocuk elektrik-elektronik mühendisi olacak!” demiş. Gözlemlemiş ama maalesef yanlış gözlemlemiş. O yaştaki her çocuk, renkleri ve aynı-farklı olan eşyaları kategorize eder. Bu benim mizacım değil, fıtratıma ait bir gelişim sürecimdi. Muhtemelen kendisinin ulaşamadığı “mühendislik hayalini” benim üzerimden gerçekleştirmenin heyecanıyla bu karara varmıştı.
Ama iş bununla kalmadı ve mahalleliye, akrabaya söylediği “benim oğlum mühendis olacak!” söylemlerini işitir oldum. O zamanlar bu beklenti üzerimde öyle bir baskı unsuru oldu ki, mühendislik benim de tek hedefim haline gelmişti. Yalnız mizacım yerinde durmuyor ve yaşıma göre olağanüstü bir şekilde karakalem resim yapıyor, blok flüt ve org çalıyordum. Ebeveynim bu yeteneklerimin önemini anlayamadı. Güzel sanatlar fakültesini “boş iş” olarak görmüş olmaları da ihtimal dahilinde. Elimden tutacak kadar farkındalık sahibi bir öğretmenim de olmadı. Ve 2006 yılında elektrik-elektronik mühendisi olarak mezun oldum.
Mizacınızın sesine kulak verin
Mizaç o kadar güçlü ki, kişi kendini duyamayacak kadar duyarsızlaşmadığı sürece kendini hissettirmeye devam ediyor. Doğuştan gelen yetenekler o kadar güçlü ki, 70 yaşında dahi (orijinali kadar olmasa bile) kendini var edebiliyor.
Yeteneklerimden birisi de analiz yanımın güçlü olmasıydı. Mühendislikte yakaladığım başarıda büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Fakat bilirsiniz, mühendisler biraz mekanik ve sonuç odaklı olurlar. Zihinsel süreçleri duygularından baskın olabilir. Eşi, “yemek nasıl olmuş?” dediğinde “yiyoruz ya, beğenmesem yemem herhalde!” diyebilir. Ben de bu mekaniklikten muzdariptim ve bu yanım hoşuma gitmiyordu. Sonra anladım ki, analiz yeteneğim ancak duyarlılık içeren bir uğraş ile birleşirse mizacımı gerçekleştirecektim. Ancak o zaman varoluşumu tam anlamıyla gerçekleştirmiş olacaktım. Bu farkındalıkla birlikte 2019 yılında Sosyoloji Bölümünden mezun oldum. Üstüne bir de Aile Danışmanlığı sertifikası aldım.
Bugün bu yazıyı size mühendis ve sosyolog kimliğimi mezcederek yazıyorum. İnsan odaklı okumalar, dinlemeler ve bu gibi yazılar yazdıkça kendimi iyi hissediyorum.
Buraya kadar anlattıklarım neticesinde sizlere şunları tavsiye edebilirim:
- Sevdiğiniz işi yapıyorsanız ona sımsıkı sarılın. Bunun çok kıymetli bir hazine olduğunu bilin.
- Sevdiğiniz iş ile “oyalandığınız” işi ayırt edin. Bazı kişiler işine “işkoliklik” derecesinde vakit ayırır. Bu durum onları “işini severek yaptığı” yanılgısına düşürür. Oysa eşinden, çocuğundan ve en önemlisi kendinden “kaçmak” için kendini oyaladığı bir alan haline gelmiştir işi. Sevdiğiniz ve mizacınızı yaşadığınız iş sizi ruhsal olarak yormaz, strese sokmaz, iyi hissettirir. Ama oyalandığınız işi sizi oldukça yorar, gerginlik oluşturur, çoğu defa günün sonunda kendinizi huzursuz hissedersiniz.
- Sevmediğiniz bir işi yapıyorsanız ve kariyer değişikliği yapabilecek kadar esnek bir noktada iseniz, kendinize “hangi işi yapmak istediğinizi sormayı” ertelemeyin. Bu sorunun cevabı içinizde saklı, unutmayın. Neyi yapmaktan keyif alacağınızdan emin değilseniz, çeşitli uğraşlar/hobiler/etkinlikler/okumalar ile kendinizi keşfetme yolcuğuna başlayın.
- Bu soruyu sorma cesareti gösteremiyorsanız o zaman size şunu hatırlatmak isterim: Çalışma hayatınız gününüzün yaklaşık 12 saatini, dolayısıyla kalan hayatınızın yarısını kaplayacak. Sevmediğiniz bir işte kariyer yapmanın ne kadar zor ve sancılı olduğunu tecrübe etmeye çalışmayın. Yeniden Amerika’yı değil, kendinizi keşfetmek için bu hayata geldiniz!
- Kariyer değişikliği yapamayacak bir noktadaysanız, hayatınıza renk katacak mizacınıza uygun hobiler edinin.
- Eğer ebeveyn ya da öğretmenseniz, çocuğun kendini var edeceği mizacı ortaya çıkarmasında rehber olacak kişinin siz olduğunuzu unutmayın.
Son olarak şunu eklemek isterim; kariyer yolculuğunuzda sevdiğiniz işi, sevdiğiniz insanlarla birlikte yapın. Çalışma hayatında size saygı duyacak, sizi kendiniz olarak kabul edecek, sizi doğru yönlendirebilecek, kaliteli ve açık iletişim kurabileceğiniz insanları mesai arkadaşı olarak seçmeye gayret edin.
Bu yazı vesilesiyle milyonlarca insanın hayatına dokunmuş olan değerli Doğan Cüceloğlu’nu rahmetle anıyorum. Umarım anlatmaya çalıştıklarım da sizin kariyer hayatınıza dokunur.